3 Nisan 2009 Cuma
2 Nisan 2009 Perşembe
DNA NEDİR?
Güçlü bir elektron mikroskobuyla bakıldığında sizi oluşturan hücreyi görürüz.Peki ya DNA nerede?DNA,hücrenin ortasındaki,kromozom adı verilen 46 tane çok uzun ve çok ince iplikçiğin içinde.Bu iplikçiler o kadar incedir ki onları elektron mikroskobunun yardımı ile bile göremezsiniz.Ama bu tek hücrenin içindeki bütün DNA'yı söküp alabilseydiniz elde edeceğiniz DNA,bir buçuk metre uzunluğunda olurdu!DNA iplikçilerinin kalınlıklarını gözünüzde canlandırabilmemiz de aynı ölçüde zordur;bir fikir edinebilmemiz için şunu söyleyebiliriz:Bir dikiş iğnesinin deliğinden beş milyon tane iplikçiği aynı anda geçirebilirsiniz!Bir hücre bölünmek üzereyken DNA kıvrılarak sıkışır.Kromozomları görebilmenizin nedeni de budur.Şekilleri X'i andırır.Benzersiz bir canlı yapılması için gerekli bilgilerin tümü bu kromozomların içinde bulunmaktadır.DNA tam olarak neye benzer?Kromozomlardan birindeki bir DNA iplikçiğini alıp inceleyelim.Baktığınız şeyleri elli milyon kere büyüten sihirli bir gözlük taktığınızı düşünün.(Böyle bir gözlükle bir kum tanesini bir dağ kadar büyük görürdünüz.)Artık bir DNA iplikçiğini kolayca görebilir ve onun en önemli sırrını öğrenebilirsiniz.Aslında DNA iplikçiği bir değil iki diziden oluşur.Birbirinin etrafında dolanan bu diziler,DNA'nın bükülmüş bir merdiven gibi görünmesine neden olur.Bu şekil ikili sarmal olarak adlandırılır.Hücreler vücudumuzun yapıtaşlarıdır.23 kromozomlu bir sperma hücresi ile 23 kromozomlu bir yumurta hücresi birleşince,sizi oluşturan o ilk hücre ortaya çıkmış oldu.Bu ilk hücre,DNA'sını kopyalayarak bölündü ve aynı plana sahip iki ayrı hücre oluştu.Sonra bu iki hücre dört hücre oldu;dört hücre sekiz hücre oldu;bu süreç milyonlarca hücre ortaya çıkına,yani siz oluşana dek böyle devam etti.İlgi çekici nokta ise her bir hücrenin bölünüşü sırasında DNA planının da kopyalanmış olmasıydı.Her bir hücremiz 46 kromozom vardır.Önce ikili sarmal açılıyor,böylece iki ayrı DNA dizisi ortaya çıkıyor.Sonra her dizi başka bir dizinin yapılması için model olarak kullanılıyor.DNA'yı oluşturan kimyasal maddeler hücrenin içinde serbest bir biçimde yüzer ve kusursuz bir düzende bir araya gelirler.Bu dört kimyasal madde şunlardır:Adenin,Timin,Sitozin ve Guanin.Sırasıyla A,T,C ve G harfleriyle gösterilen bu kimyasal maddeleri,çizimlerde dört farklı renkle gösterdik.Kimyasal maddelerin hangi kurala göre birleştiklerini bulabildiniz mi?A her zaman T ile birleşir.T her zaman A ile birleşir.C her zaman G ile birleşir.G her zaman C ile birleşir.Kopyalanma işi sona erdiğinde46 kromozomun her birinde tıpatıp aynı iki DNA iplikçiği oluşur.DNA planınız gizli bir şifre gibidir.Amao kadar karmaşıktır ki bilim adamları bu şifreyi ancak 1940'lı yıllardan sonra,biraz olsun çözmeyi başarmışlardır.Peki ama bu gizemli,bükülmüş iplikçik nasıl oluyor da sizin oluşmanızı sağlıyor?Şöyle:Vücudunuz hücrelerden oluşmaktadır.Hücreleriniz,su,proteinler,DNA,şekerl er ve yağlardan oluşmaktadır.DNA,proteinlerin yapımında kullanılan şifredir.Proteinler önemlidir,çünkü hücreye işini yapması için gerekli olan diğer kimyasal maddeleri üretmesinde yardımcı olur.Hücrelere şekillerini ve renklerini veren proteinlerdir.DNA planınızda,yaklaşık 50 bin farklı tipte protein yapılabilmesini sağlayan tarifler bulunur.Her bir protein tarifi,DNA iplikçilikleri içinde A,T,C,G kimyasal maddelerinden oluşan bir dizi biçiminde yer alır.Protein tariflerine gen adı verilir.
1 Nisan 2009 Çarşamba
DNA
Deoksiribonükleik asit (DNA), tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir. DNA'nın başlıca rolü bilginin uzun süreli saklanmasıdır. Protein ve RNA gibi hücrenin diğer bileşenlerinin inşası için gerekli olan bilgileri içermesinden dolayı DNA bir kalıp, şablon veya reçeteye benzetilir. Bu genetik bilgileri içeren DNA parçaları gen olarak adlandırılır, ama başka DNA dizilerinin yapısal işlevleri vardır, diğerleri ise bu genetik bilginin kullanılmasının düzenlenmesine yararlar.
Kimyasal olarak DNA, nükleotit olarak adlandırılan basit birimlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Bu polimerlerin omurgaları, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından oluşur. Bu iki iplikçik birbirlerine ters yönde giderler. Her bir şeker grubuna baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biri bağlıdır. DNA'nın omurgası boyunca bu bazların oluşturduğu dizi, genetik bilgiyi kodlar. Protein sentezi sırasında bu bilgi, genetik kod aracılığıyla okununca proteinlerin amino asit dizisini belirler. Bu süreç sırasında DNA'daki bilgi, DNA'ya benzer yapıya sahip başka bir nükleik asit olan RNA'ya kopyalanır, bu işleme transkripsiyon denir.
Hücrelerde DNA, kromozom olarak adlandırılan yapıların içinde yer alır. Hücre bölünmesinden evvel kromozomlar ikilenir, bu sırada DNA ikileşmesi gerçekleşir. Ökaryotlarda (yani hayvan, bitki, mantar ve protistalar) DNA'larını hücre çekirdeği içinde bulundururlar, buna karşın prokaryotlarda (yani bakteri ve arkelerde) DNA hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan kromatin proteinleri (histonlar gibi) DNA'yı sıkıştırıp organize ederler. Bu sıkışık yapılar DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenleyerek DNA'nın hangi kısımlarının okunacağını kontrol ederler.
Kimyasal olarak DNA, nükleotit olarak adlandırılan basit birimlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Bu polimerlerin omurgaları, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından oluşur. Bu iki iplikçik birbirlerine ters yönde giderler. Her bir şeker grubuna baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biri bağlıdır. DNA'nın omurgası boyunca bu bazların oluşturduğu dizi, genetik bilgiyi kodlar. Protein sentezi sırasında bu bilgi, genetik kod aracılığıyla okununca proteinlerin amino asit dizisini belirler. Bu süreç sırasında DNA'daki bilgi, DNA'ya benzer yapıya sahip başka bir nükleik asit olan RNA'ya kopyalanır, bu işleme transkripsiyon denir.
Hücrelerde DNA, kromozom olarak adlandırılan yapıların içinde yer alır. Hücre bölünmesinden evvel kromozomlar ikilenir, bu sırada DNA ikileşmesi gerçekleşir. Ökaryotlarda (yani hayvan, bitki, mantar ve protistalar) DNA'larını hücre çekirdeği içinde bulundururlar, buna karşın prokaryotlarda (yani bakteri ve arkelerde) DNA hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan kromatin proteinleri (histonlar gibi) DNA'yı sıkıştırıp organize ederler. Bu sıkışık yapılar DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenleyerek DNA'nın hangi kısımlarının okunacağını kontrol ederler.
RNA DNA ile kıyaslama
DNA ile kıyaslama
RNA ve DNA, üç ana özellikleriyle birbirlerinden farklılık gösterirler. Birincisi, DNA çift iplikçikli olmasına karşın, coğu biyolojik fonksiyonunda RNA tek iplikçiklidir, ve DNA'dan çok daha kısadır. İkincisi, DNA'yı oluşturan şeker molekülleri deoksiriboz, RNA'yı oluşturanlar ise ribozdur, yani DNA'da pentoz halkasının 2' konumunda bir hidroksil grubu yoktur, RNA'da ise pentoz halkasının iki hidroksil grubu vardır. Rna'da fazladan bulunan hidroksil grupları, hidroliz nedeniyle onun DNA'dan daha az dayanıklı olmasına neden olur. Üçüncüsü, adenin bazını tümleyen baz DNA'daki gibi timin değil, urasildir.
50S ribozomal altbirim. RNA turuncu, protein mavidir. Aktif merkez ortadadır (kırmızı).
RNA genelde tek iplikçikli olmasına rağmen, çoğu RNA molekülü katlanarak baz eşleşmesi ile çift sarmallı bölgeler oluşturur. DNA'dan farklı olarak RNA'lar uzun çift iplikçikli sarmallar değil, birbirine sıkıca sokulmuş kısa sarmallardan oluşur. Bu baz eşleşmeleri RNA molekülüne belli bir şekil verir ve bazların fonksiyonel grupların bir araya gelmesi sonucu reaktif özelliğe sahip olan yapılar ortaya çıkar. Bu sayede RNA, bir enzim gibi, kimyasal katalizör olarak işlev verebilir. Örneğin, peptit bağını oluşturan bir enzim olan ribozomun aktif merkezi tamamen RNA'dan oluşmaktadır.
RNA ve DNA, üç ana özellikleriyle birbirlerinden farklılık gösterirler. Birincisi, DNA çift iplikçikli olmasına karşın, coğu biyolojik fonksiyonunda RNA tek iplikçiklidir, ve DNA'dan çok daha kısadır. İkincisi, DNA'yı oluşturan şeker molekülleri deoksiriboz, RNA'yı oluşturanlar ise ribozdur, yani DNA'da pentoz halkasının 2' konumunda bir hidroksil grubu yoktur, RNA'da ise pentoz halkasının iki hidroksil grubu vardır. Rna'da fazladan bulunan hidroksil grupları, hidroliz nedeniyle onun DNA'dan daha az dayanıklı olmasına neden olur. Üçüncüsü, adenin bazını tümleyen baz DNA'daki gibi timin değil, urasildir.
50S ribozomal altbirim. RNA turuncu, protein mavidir. Aktif merkez ortadadır (kırmızı).
RNA genelde tek iplikçikli olmasına rağmen, çoğu RNA molekülü katlanarak baz eşleşmesi ile çift sarmallı bölgeler oluşturur. DNA'dan farklı olarak RNA'lar uzun çift iplikçikli sarmallar değil, birbirine sıkıca sokulmuş kısa sarmallardan oluşur. Bu baz eşleşmeleri RNA molekülüne belli bir şekil verir ve bazların fonksiyonel grupların bir araya gelmesi sonucu reaktif özelliğe sahip olan yapılar ortaya çıkar. Bu sayede RNA, bir enzim gibi, kimyasal katalizör olarak işlev verebilir. Örneğin, peptit bağını oluşturan bir enzim olan ribozomun aktif merkezi tamamen RNA'dan oluşmaktadır.
Rna Gen düzenlemesindeki Rolü
Rna Gen düzenlemesindeki Rolü
Bazı RNA tipleri genin belli bir kısmının dizisine tümleyici olarak gen ifadesinin aşağı ayarlayabilirler. Ökaryotlarda bulunan mikro RNA'lar (miRNA; 21-22 nt) RNA enterferans yoluyla etki eder. RNA enterferansında miRNA ve enzimlerden oluşan bir kompleks, miRNA'nın tümleyici olduğu bir mRNA'yı parçalayabilir, veya mRNA'nın translasyonunu bloke edebilirler, veya promotörün metilasyonuna neden olarak genelde geni aşağı ayarlarlar. Bazı miRNA'lar ise genleri yukarı ayarlarlar (RNA aktivasyonu). Küçük enterferansçı RNA (İng. small ınterfering RNA, siRNA)'lar 20-25 nt uzunlukta olurlar, genelde viral RNA'nın parçalanmasından meydana gelmelerine karşın, bu RNA tiplerinin endojen kaynakları da mevcuttur. siRNA'lar, miRNA'ya benzer şekilde )RNA aktivasyonu da dahil olmak üzere) RNA enterferansı aracılığyla etki ederler. Hayvanlarda bulunan Piwi etkileşimli RNA'lar (İngilizce Piwi-interacting RNAs, piRNA; 29-30 nt) eşey hücrelerinde etkindirler, transpozonlara karşı savunmaya yaradıkları ve gametogenezde rol oynadıkları düşünülmektedir. Dişi hayvanlarda görülen X kromozom inaktivasyonu, X kromozomlarından birini kaplayarak onu inaktive eden Xist adlı bir RNA tarafından meydana gelir. Ters anlamlı RNA bakterilerde yaygındır; çoğu genleri aşağı ayarlar ama bazıları da transkripsiyon aktivatörüdür.Bir mRNA'nın kendisi de 5 üssü çevrilmeyen bölgesinde veya 3 üssü çevrilmeyen bölgesinde riboanahtar gibi düzenleyici elemanlar içerebilir. Bu beri-düzenleyici unsurlar (İng. cis-regulatory element) mRNA'nın etkinliğini düzenlerler.
Bazı RNA tipleri genin belli bir kısmının dizisine tümleyici olarak gen ifadesinin aşağı ayarlayabilirler. Ökaryotlarda bulunan mikro RNA'lar (miRNA; 21-22 nt) RNA enterferans yoluyla etki eder. RNA enterferansında miRNA ve enzimlerden oluşan bir kompleks, miRNA'nın tümleyici olduğu bir mRNA'yı parçalayabilir, veya mRNA'nın translasyonunu bloke edebilirler, veya promotörün metilasyonuna neden olarak genelde geni aşağı ayarlarlar. Bazı miRNA'lar ise genleri yukarı ayarlarlar (RNA aktivasyonu). Küçük enterferansçı RNA (İng. small ınterfering RNA, siRNA)'lar 20-25 nt uzunlukta olurlar, genelde viral RNA'nın parçalanmasından meydana gelmelerine karşın, bu RNA tiplerinin endojen kaynakları da mevcuttur. siRNA'lar, miRNA'ya benzer şekilde )RNA aktivasyonu da dahil olmak üzere) RNA enterferansı aracılığyla etki ederler. Hayvanlarda bulunan Piwi etkileşimli RNA'lar (İngilizce Piwi-interacting RNAs, piRNA; 29-30 nt) eşey hücrelerinde etkindirler, transpozonlara karşı savunmaya yaradıkları ve gametogenezde rol oynadıkları düşünülmektedir. Dişi hayvanlarda görülen X kromozom inaktivasyonu, X kromozomlarından birini kaplayarak onu inaktive eden Xist adlı bir RNA tarafından meydana gelir. Ters anlamlı RNA bakterilerde yaygındır; çoğu genleri aşağı ayarlar ama bazıları da transkripsiyon aktivatörüdür.Bir mRNA'nın kendisi de 5 üssü çevrilmeyen bölgesinde veya 3 üssü çevrilmeyen bölgesinde riboanahtar gibi düzenleyici elemanlar içerebilir. Bu beri-düzenleyici unsurlar (İng. cis-regulatory element) mRNA'nın etkinliğini düzenlerler.
RNA TİPLERİ
RNA Tipleri
Genel bakış
RNA kesen bir ribozim olan çekiçbaşı riboziminin şematik yapısı
Mesajci RNA (mRNA) DNA'daki bilgiyi protein sentezi (translasyon) için ribozomlara taşıyan RNA'dır. mRNA'daki kodlayıcı nükleotit dizisi ondan üretilen proteinin amino asit dizisini belirler.
RNA genleri proteine çevrilmeyen, RNA kodlayan genlerdir, bunlar kodlamayan RNA veya küçük RNA olarak adlandırılır. Kodlamayan RNA'lar intronlardan da ortaya çıkabilir. Kodlamayan RNA'ların en belirgin örnekleri taşıyıcı RNA (tRNA) ve ribozomal RNA (rRNA)'dır, bunların ikisi de translasyon sürecinde rol oynarlar. Gen düzenlemesi, RNA işlenmesi ve başka işleveleri olan RNA'lar da vardır. Bazı RNA'lar, başka RNA'ların kesilmesi ve birleştirilmesi (ligasyon)ve ribozomda peptit bağı oluşumu gibi kimyasal tepkimeleri katalizleme yeteneğine sahiptir; bu tip RNA'lar ribozim olarak adlandırılırlar.
Çift iplikçikli RNA (İng. double stranded RNA 'nın kısaltması olan dsRNA olarak değinilir), birbirini tümleyici iki iplikçikten oluşmuş RNA'dır, bu bakımdan şekli DNA'ya benzer. Çift iplikçikli RNA, bazı virüslerin (çift iplikçikli virüslerin) genetik malzemesini oluşturur. Ökaryotlarda, virüs RNA'sına benzeyen uzun çift iplikçikli RNA'lar RNA enterferansını harekete geçirir. RNA enterferansında, siRNA (İng. small interfering RNA, kısa enterfreanscı RNA) olarak adlandırılan kısa çift iplikçikli RNA'lar gen ifadesini susturur.[21]
Translasyonda
Mesajcı RNA (mRNA) bir proteinin amino asit dizisi hakkında bilgiyi protein sentez yeri olan ribozomlara taşır. Bu bilgi, her üç nükleotit (bir kodon) bir amino asite karşılık gelecek şekilde şifrelenmiştir. Ökaryotlarda bir öncül (prekürsör) mRNA (pre-mRNA) DNA'dan yazıldıktan sonra ergin mRNA'ya dönüştürülür. Bu işlem sırasında pre-mRNA'nın protein kodlamayan kısımları (intronlar) çıkartılır, ayrıca mRNA'nın iki ucuna, onu nükleazlardan koruyucu eklemeler yapılır. Bunun ardından mRNA çekirdekten sitoplazmaya taşınır, orada ribozomlara bağlanır ve tRNA'nın yardımıyla çevirisi (translasyonu) yapılır. Prokaryotlarda, çekirdek olmadığından, RNA'nın transkripsiyonu sürerken ribozomlar tarafından çevirisi başlar. Bir süre sonra mesajcı RNA ribonükleazlar tarafından parçalanır.
Taşıyıcı RNA (tRNA) yaklaşık 80 nükleotit uzunluğunda bir RNA zinciri olup, ribozomun protein sentez konumunda büyümekte olan polipeptide spesifik aminoasitler taşır. Yapısında, mRNA'daki kodonları tanımak için onlarla hidrojen bağı kuran bir antikodon bölgesi ve amino asidin ona bağlanması için gerekli bölgeler vardır.
Ribozomal RNA (rRNA) ribozomların katalitik kısmıdır. Ökaryotik ribozomlar dört RNA içerirler: 18S, 5.8S, 28S and 5S rRNA. Bu rRNA'lardan üçü çekirdekçikte sentezlenir. Sitoplazmada ribozomal RNA ve proteinler bir araya gelip ribozomu oluştururlar. Ribozom mRNA'ya bağlanır ve protein sentezini gerçekleştirir. Bir mRNA'ya aynı andan birkaç yüz ribozom bağlanabilir. Tipik bir ökaryotik hücre sitoplazmasındaki RNA konsantrasyonu 10 mg/ml'dir, bunun %80 rRNA'dan oluşur.[24]
Gen düzenlemesinde
Bazı RNA tipleri genin belli bir kısmının dizisine tümleyici olarak gen ifadesinin aşağı ayarlayabilirler. Ökaryotlarda bulunan mikro RNA'lar (miRNA; 21-22 nt) RNA enterferans yoluyla etki eder. RNA enterferansında miRNA ve enzimlerden oluşan bir kompleks, miRNA'nın tümleyici olduğu bir mRNA'yı parçalayabilir, veya mRNA'nın translasyonunu bloke edebilirler, veya promotörün metilasyonuna neden olarak genelde geni aşağı ayarlarlar.Bazı miRNA'lar ise genleri yukarı ayarlarlar (RNA aktivasyonu).Küçük enterferansçı RNA (İng. small ınterfering RNA, siRNA)'lar 20-25 nt uzunlukta olurlar, genelde viral RNA'nın parçalanmasından meydana gelmelerine karşın, bu RNA tiplerinin endojen kaynakları da mevcuttur. siRNA'lar, miRNA'ya benzer şekilde )RNA aktivasyonu da dahil olmak üzere) RNA enterferansı aracılığyla etki ederler. Hayvanlarda bulunan Piwi etkileşimli RNA'lar (İngilizce Piwi-interacting RNAs, piRNA; 29-30 nt) eşey hücrelerinde etkindirler, transpozonlara karşı savunmaya yaradıkları ve gametogenezde rol oynadıkları düşünülmektedir. Dişi hayvanlarda görülen X kromozom inaktivasyonu, X kromozomlarından birini kaplayarak onu inaktive eden Xist adlı bir RNA tarafından meydana gelir.[31] Ters anlamlı RNA bakterilerde yaygındır; çoğu genleri aşağı ayarlar ama bazıları da transkripsiyon aktivatörüdür.[32] Bir mRNA'nın kendisi de 5 üssü çevrilmeyen bölgesinde veya 3 üssü çevrilmeyen bölgesinde riboanahtar gibi düzenleyici elemanlar içerebilir. Bu beri-düzenleyici unsurlar (İng. cis-regulatory element) mRNA'nın etkinliğini düzenlerler.
Uridinden psöduridin oluşumu yaygın bir RNA modifikasyonudur.
RNA işlenmesinde
Çoğu RNA başka RNA'ların modifikasyonunda rol oynar. Örneğin uçbirleştirmede, pre-mRNA'daki intronların çıkartılmasını sağlayan splisozom, küçük nükleer RNA (snRNA)'lar içerir.
RNA'yı oluşturan nükleotitlerler A, C, G ve U'dan farklı bazlara değişime uğrayabilir. Ökaryotlarda RNA nükleotitlerinin modifikasyonu genelde çekirdekçik ve Cajal cisimlerinde bulunan küçük nükleolar RNA (small nucleolar RNA, snoRNA; 60-300 nt) tarafından yönlendirilir.[23] SnoRNA'lar enzimlerle birleşip onları RNA üzerindeki belli bir noktaya yönlendiriler, bunu sağlamak için RNA ile baz eşleşmesi yaparlar. Bu enzimler sonra o noktadaki nükleotit modifikasyonunu gerçekleştirler. rRNA ve tRNA bu şekilde büyük oranda değişime uğrarlar, ama snRNA ve mRNA'ların da bu yolla modifiye oldukları görülmüştür.
RNA tipleri
Tip
Kısaltma
İşlev
Dağılım
Ref.
Mesajcı RNA
mRNA
Protein kodlaması.
Tüm canlılar
Ribozomal RNA
rRNA
Protein sentezi
Tüm canlılar
Taşıyıcı RNA
tRNA
Protein sentezi
Tüm canlılar
Taşıyıcı-mesajcı RNA
tmRNA
Takılıp kalmış ribozomların kurtarılması
Bakteriler
[36]
Ters anlamlı RNA(İng. antisense RNA)
aRNA
Gen düzenlemesi
Tüm canlılar
[37]
Küçük enterferanscı RNA(İng. Small interfering RNA)
siRNA
Gen düzenlemesi
Çoğu ökaryot
[38]
Mikro RNA
miRNA
Gen düzenlemesi
Çoğu ökaryot
[39]
trans-etken siRNA(İng. trans-acting siRNA)
tasiRNA
Gen düzenlemesi
Bitkiler (Arabidopsis thaliana)
[40]
Piwi-etkileşimli RNA(İng. Piwi-interacting RNA)
piRNA
Gen düzenlemesi
Hayvanlar
[29]
küçük nükleer RNA(İng. Small nuclear RNA)
snRNA
Çeşitli
Ökaryotlar ve arkeler
[41]
Küçük nükleolar RNA(İng. Small nucleolar RNA)
snoRNA
RNA'nın çekirdekte modifikasyonu
Ökaryotlar ve arkeler
[42]
Yönledirici RNA(İng. Guide RNA)
gRNA
mRNA modifikasyonu
Kinetoplastid mitokondrileri
[43]
Ribonükleaz P
RNaz P
tRNA erginleşmesi
Tüm canlılar
[44]
Ribonükleaz MRP
RNaz MRP
rRNA erginleşmesi, DNA replikasyonu
Ökaryotlar
[45]
Y RNA
RNA işlenmesi, DNA replikasyonu
Hayvanlar
[46]
Telomeraz RNA
Telomer sentezi
Çoğu ökaryot
[47]
Sinyal tanıma taneciği RNA'sı(Signal recognition particle RNA)
SRP RNA
Protein ihracı
Tüm canlılar
[48]
Retrotranspozon
kendini çoğaltmak
Ökaryotlar ve bazı bakteriler
[49]
Viroid
kendini çoğaltmak
Enfekte bitkiler
Genel bakış
RNA kesen bir ribozim olan çekiçbaşı riboziminin şematik yapısı
Mesajci RNA (mRNA) DNA'daki bilgiyi protein sentezi (translasyon) için ribozomlara taşıyan RNA'dır. mRNA'daki kodlayıcı nükleotit dizisi ondan üretilen proteinin amino asit dizisini belirler.
RNA genleri proteine çevrilmeyen, RNA kodlayan genlerdir, bunlar kodlamayan RNA veya küçük RNA olarak adlandırılır. Kodlamayan RNA'lar intronlardan da ortaya çıkabilir. Kodlamayan RNA'ların en belirgin örnekleri taşıyıcı RNA (tRNA) ve ribozomal RNA (rRNA)'dır, bunların ikisi de translasyon sürecinde rol oynarlar. Gen düzenlemesi, RNA işlenmesi ve başka işleveleri olan RNA'lar da vardır. Bazı RNA'lar, başka RNA'ların kesilmesi ve birleştirilmesi (ligasyon)ve ribozomda peptit bağı oluşumu gibi kimyasal tepkimeleri katalizleme yeteneğine sahiptir; bu tip RNA'lar ribozim olarak adlandırılırlar.
Çift iplikçikli RNA (İng. double stranded RNA 'nın kısaltması olan dsRNA olarak değinilir), birbirini tümleyici iki iplikçikten oluşmuş RNA'dır, bu bakımdan şekli DNA'ya benzer. Çift iplikçikli RNA, bazı virüslerin (çift iplikçikli virüslerin) genetik malzemesini oluşturur. Ökaryotlarda, virüs RNA'sına benzeyen uzun çift iplikçikli RNA'lar RNA enterferansını harekete geçirir. RNA enterferansında, siRNA (İng. small interfering RNA, kısa enterfreanscı RNA) olarak adlandırılan kısa çift iplikçikli RNA'lar gen ifadesini susturur.[21]
Translasyonda
Mesajcı RNA (mRNA) bir proteinin amino asit dizisi hakkında bilgiyi protein sentez yeri olan ribozomlara taşır. Bu bilgi, her üç nükleotit (bir kodon) bir amino asite karşılık gelecek şekilde şifrelenmiştir. Ökaryotlarda bir öncül (prekürsör) mRNA (pre-mRNA) DNA'dan yazıldıktan sonra ergin mRNA'ya dönüştürülür. Bu işlem sırasında pre-mRNA'nın protein kodlamayan kısımları (intronlar) çıkartılır, ayrıca mRNA'nın iki ucuna, onu nükleazlardan koruyucu eklemeler yapılır. Bunun ardından mRNA çekirdekten sitoplazmaya taşınır, orada ribozomlara bağlanır ve tRNA'nın yardımıyla çevirisi (translasyonu) yapılır. Prokaryotlarda, çekirdek olmadığından, RNA'nın transkripsiyonu sürerken ribozomlar tarafından çevirisi başlar. Bir süre sonra mesajcı RNA ribonükleazlar tarafından parçalanır.
Taşıyıcı RNA (tRNA) yaklaşık 80 nükleotit uzunluğunda bir RNA zinciri olup, ribozomun protein sentez konumunda büyümekte olan polipeptide spesifik aminoasitler taşır. Yapısında, mRNA'daki kodonları tanımak için onlarla hidrojen bağı kuran bir antikodon bölgesi ve amino asidin ona bağlanması için gerekli bölgeler vardır.
Ribozomal RNA (rRNA) ribozomların katalitik kısmıdır. Ökaryotik ribozomlar dört RNA içerirler: 18S, 5.8S, 28S and 5S rRNA. Bu rRNA'lardan üçü çekirdekçikte sentezlenir. Sitoplazmada ribozomal RNA ve proteinler bir araya gelip ribozomu oluştururlar. Ribozom mRNA'ya bağlanır ve protein sentezini gerçekleştirir. Bir mRNA'ya aynı andan birkaç yüz ribozom bağlanabilir. Tipik bir ökaryotik hücre sitoplazmasındaki RNA konsantrasyonu 10 mg/ml'dir, bunun %80 rRNA'dan oluşur.[24]
Gen düzenlemesinde
Bazı RNA tipleri genin belli bir kısmının dizisine tümleyici olarak gen ifadesinin aşağı ayarlayabilirler. Ökaryotlarda bulunan mikro RNA'lar (miRNA; 21-22 nt) RNA enterferans yoluyla etki eder. RNA enterferansında miRNA ve enzimlerden oluşan bir kompleks, miRNA'nın tümleyici olduğu bir mRNA'yı parçalayabilir, veya mRNA'nın translasyonunu bloke edebilirler, veya promotörün metilasyonuna neden olarak genelde geni aşağı ayarlarlar.Bazı miRNA'lar ise genleri yukarı ayarlarlar (RNA aktivasyonu).Küçük enterferansçı RNA (İng. small ınterfering RNA, siRNA)'lar 20-25 nt uzunlukta olurlar, genelde viral RNA'nın parçalanmasından meydana gelmelerine karşın, bu RNA tiplerinin endojen kaynakları da mevcuttur. siRNA'lar, miRNA'ya benzer şekilde )RNA aktivasyonu da dahil olmak üzere) RNA enterferansı aracılığyla etki ederler. Hayvanlarda bulunan Piwi etkileşimli RNA'lar (İngilizce Piwi-interacting RNAs, piRNA; 29-30 nt) eşey hücrelerinde etkindirler, transpozonlara karşı savunmaya yaradıkları ve gametogenezde rol oynadıkları düşünülmektedir. Dişi hayvanlarda görülen X kromozom inaktivasyonu, X kromozomlarından birini kaplayarak onu inaktive eden Xist adlı bir RNA tarafından meydana gelir.[31] Ters anlamlı RNA bakterilerde yaygındır; çoğu genleri aşağı ayarlar ama bazıları da transkripsiyon aktivatörüdür.[32] Bir mRNA'nın kendisi de 5 üssü çevrilmeyen bölgesinde veya 3 üssü çevrilmeyen bölgesinde riboanahtar gibi düzenleyici elemanlar içerebilir. Bu beri-düzenleyici unsurlar (İng. cis-regulatory element) mRNA'nın etkinliğini düzenlerler.
Uridinden psöduridin oluşumu yaygın bir RNA modifikasyonudur.
RNA işlenmesinde
Çoğu RNA başka RNA'ların modifikasyonunda rol oynar. Örneğin uçbirleştirmede, pre-mRNA'daki intronların çıkartılmasını sağlayan splisozom, küçük nükleer RNA (snRNA)'lar içerir.
RNA'yı oluşturan nükleotitlerler A, C, G ve U'dan farklı bazlara değişime uğrayabilir. Ökaryotlarda RNA nükleotitlerinin modifikasyonu genelde çekirdekçik ve Cajal cisimlerinde bulunan küçük nükleolar RNA (small nucleolar RNA, snoRNA; 60-300 nt) tarafından yönlendirilir.[23] SnoRNA'lar enzimlerle birleşip onları RNA üzerindeki belli bir noktaya yönlendiriler, bunu sağlamak için RNA ile baz eşleşmesi yaparlar. Bu enzimler sonra o noktadaki nükleotit modifikasyonunu gerçekleştirler. rRNA ve tRNA bu şekilde büyük oranda değişime uğrarlar, ama snRNA ve mRNA'ların da bu yolla modifiye oldukları görülmüştür.
RNA tipleri
Tip
Kısaltma
İşlev
Dağılım
Ref.
Mesajcı RNA
mRNA
Protein kodlaması.
Tüm canlılar
Ribozomal RNA
rRNA
Protein sentezi
Tüm canlılar
Taşıyıcı RNA
tRNA
Protein sentezi
Tüm canlılar
Taşıyıcı-mesajcı RNA
tmRNA
Takılıp kalmış ribozomların kurtarılması
Bakteriler
[36]
Ters anlamlı RNA(İng. antisense RNA)
aRNA
Gen düzenlemesi
Tüm canlılar
[37]
Küçük enterferanscı RNA(İng. Small interfering RNA)
siRNA
Gen düzenlemesi
Çoğu ökaryot
[38]
Mikro RNA
miRNA
Gen düzenlemesi
Çoğu ökaryot
[39]
trans-etken siRNA(İng. trans-acting siRNA)
tasiRNA
Gen düzenlemesi
Bitkiler (Arabidopsis thaliana)
[40]
Piwi-etkileşimli RNA(İng. Piwi-interacting RNA)
piRNA
Gen düzenlemesi
Hayvanlar
[29]
küçük nükleer RNA(İng. Small nuclear RNA)
snRNA
Çeşitli
Ökaryotlar ve arkeler
[41]
Küçük nükleolar RNA(İng. Small nucleolar RNA)
snoRNA
RNA'nın çekirdekte modifikasyonu
Ökaryotlar ve arkeler
[42]
Yönledirici RNA(İng. Guide RNA)
gRNA
mRNA modifikasyonu
Kinetoplastid mitokondrileri
[43]
Ribonükleaz P
RNaz P
tRNA erginleşmesi
Tüm canlılar
[44]
Ribonükleaz MRP
RNaz MRP
rRNA erginleşmesi, DNA replikasyonu
Ökaryotlar
[45]
Y RNA
RNA işlenmesi, DNA replikasyonu
Hayvanlar
[46]
Telomeraz RNA
Telomer sentezi
Çoğu ökaryot
[47]
Sinyal tanıma taneciği RNA'sı(Signal recognition particle RNA)
SRP RNA
Protein ihracı
Tüm canlılar
[48]
Retrotranspozon
kendini çoğaltmak
Ökaryotlar ve bazı bakteriler
[49]
Viroid
kendini çoğaltmak
Enfekte bitkiler
RNA YAPISI
Rna Yapısı
RNA'daki her nükleotit bir riboz şekeri içerir, bunun karbonları 1' ila 5' olarak numaralandırılır. 1' konumuna bir baz bağlıdır, genelde adenin (A), sitozin (C), guanin (G) veya urasil (U). İki riboz arasında bir fosfat grubu vardır, bu fosfat bir ribozun 3' konumuna, öbür ribozun ise 5' konumuna bağlıdır. Fizyolojik pH'de fosfat grubu negatif bir yük taşıdığı için RNA yüklü bir moleküldür (polianyon). Bazı bazlar arasında hidrojen bağları oluşabilir: sitozin ve guanin, adenin ve urasil ve bazen guanin ve urasil arasında bu tür bağlar oluşur.[1] Ancak, RNA zinciri çeşitli şekiller alabildiği için bunlardan başka baz-baz etkileşimleri de mümkündür, örneğin bir grup adenin birbiriyle bağlanarak RNA zincirinde bir tümsek oluşturabilir,veya GNRA dörtlüsü'nde bir guanin-adenin etkileşimi olur.
RNA'nın kimyasal yapısı
RNA'yı DNA'dan farklı kılan önemli bir fark, riboz şekerin 2' konumundaki hidroksil grubudur. Bu fonksiyonel grubun varlığı c3'-endo şeker konformasyonunu zorunlu kılar, buna karşın DNA'nın deoksiriboz şekerinin C2'-endo konformasyonu vardır. bunun sonucu olarak RNA'nin çifte sarmallı kısımları A-şekilli olur, DNA'da yaygın olarak görülen B şekilli sarmaldan farklı olarak.A-şekilli sarmalın büyük oyuğu B şekilli sarmala kıyasla daha derin ve dardır, küçük oyuğu ise sığ ve geniştir. 2' hidroksil grubunun ikinci bir etkisi ise, RNA'nın esnek olan bölgelerinde (yani çift sarmal oluşturmamış kısımlarında) bu hidroksil grubunun yanındaki fosfodiester bağa saldırıp şeker-fosfat zincirin kesilmesine neden olabilmesidir.
RNA transkripsiyonu sırasında sadece dört baz kullanılır (adenin, sitozin, guanin ve urasil)ama ergin RNA'larda pekçok değişime uğramış şeker ve baz vardır. Psödouridin (Ψ) adlı nükleozitte urasil ile riboz arasındaki bağ, bir C-N bağından C-C bağına değişmiştir. Psödouridin ve ribotimidin (T) beraberce çeşitli RNA'larda görülür, özellikle tRNA'ların TΨC ilmiğinde.[7] Değişime uğramış bazlardan bir diğeri olan hipoksantin, deamine olmuş bir guanin bazıdır, nükleozit hali inosin olarak adlandırılır. Genetik kodun değişkenliğinin açıklanmasında inosin anahtar bir rol oynar.Değişime uğramış 100'e aykın nükleozit bilinmektedir,[9] bunların arasında psödouridin ve 2'-O-metilribozlu nükleozitler en yaygın olanlarıdır.[10] Bu modifikasyonların çoğunun işlevi bilinmemektedir. Ancak ribozomal RNA'da çoğu transkripsiyon sonrası modifikasyon, ribozomun en işlevsel bölgelerinde, örneğin peptidil transferaz merkezinde ve altbirim arayüzlerinde yer alması kayda değerdir, bu nedenle bu modifikasyonların normal fonksiyon için gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
telomeraz'daki RNA'nın ikincil yapısı.
Tek iplikçikli bir RNA'nın işlevsel şekli, tıpkı proteinlerde olduğu gibi, çoğu zaman belli bir üçüncül yapı gerektirir. Bu yapının iskeleti, molekülün içindeki bazlar arasındaki hidrojen bağlarıyla ortaya çıkar. Bu şekilde firkete yapısı, tümsek ve ilmik gibi belli ikincil yapı elemanlarından oluşan bölgeler ortaya çıkar.[12] Bir RNA dizisinin nasıl bir üç boyutlu şekil alacağının tahmini halen aktif bir araştırma konusudur.
RNA'daki her nükleotit bir riboz şekeri içerir, bunun karbonları 1' ila 5' olarak numaralandırılır. 1' konumuna bir baz bağlıdır, genelde adenin (A), sitozin (C), guanin (G) veya urasil (U). İki riboz arasında bir fosfat grubu vardır, bu fosfat bir ribozun 3' konumuna, öbür ribozun ise 5' konumuna bağlıdır. Fizyolojik pH'de fosfat grubu negatif bir yük taşıdığı için RNA yüklü bir moleküldür (polianyon). Bazı bazlar arasında hidrojen bağları oluşabilir: sitozin ve guanin, adenin ve urasil ve bazen guanin ve urasil arasında bu tür bağlar oluşur.[1] Ancak, RNA zinciri çeşitli şekiller alabildiği için bunlardan başka baz-baz etkileşimleri de mümkündür, örneğin bir grup adenin birbiriyle bağlanarak RNA zincirinde bir tümsek oluşturabilir,veya GNRA dörtlüsü'nde bir guanin-adenin etkileşimi olur.
RNA'nın kimyasal yapısı
RNA'yı DNA'dan farklı kılan önemli bir fark, riboz şekerin 2' konumundaki hidroksil grubudur. Bu fonksiyonel grubun varlığı c3'-endo şeker konformasyonunu zorunlu kılar, buna karşın DNA'nın deoksiriboz şekerinin C2'-endo konformasyonu vardır. bunun sonucu olarak RNA'nin çifte sarmallı kısımları A-şekilli olur, DNA'da yaygın olarak görülen B şekilli sarmaldan farklı olarak.A-şekilli sarmalın büyük oyuğu B şekilli sarmala kıyasla daha derin ve dardır, küçük oyuğu ise sığ ve geniştir. 2' hidroksil grubunun ikinci bir etkisi ise, RNA'nın esnek olan bölgelerinde (yani çift sarmal oluşturmamış kısımlarında) bu hidroksil grubunun yanındaki fosfodiester bağa saldırıp şeker-fosfat zincirin kesilmesine neden olabilmesidir.
RNA transkripsiyonu sırasında sadece dört baz kullanılır (adenin, sitozin, guanin ve urasil)ama ergin RNA'larda pekçok değişime uğramış şeker ve baz vardır. Psödouridin (Ψ) adlı nükleozitte urasil ile riboz arasındaki bağ, bir C-N bağından C-C bağına değişmiştir. Psödouridin ve ribotimidin (T) beraberce çeşitli RNA'larda görülür, özellikle tRNA'ların TΨC ilmiğinde.[7] Değişime uğramış bazlardan bir diğeri olan hipoksantin, deamine olmuş bir guanin bazıdır, nükleozit hali inosin olarak adlandırılır. Genetik kodun değişkenliğinin açıklanmasında inosin anahtar bir rol oynar.Değişime uğramış 100'e aykın nükleozit bilinmektedir,[9] bunların arasında psödouridin ve 2'-O-metilribozlu nükleozitler en yaygın olanlarıdır.[10] Bu modifikasyonların çoğunun işlevi bilinmemektedir. Ancak ribozomal RNA'da çoğu transkripsiyon sonrası modifikasyon, ribozomun en işlevsel bölgelerinde, örneğin peptidil transferaz merkezinde ve altbirim arayüzlerinde yer alması kayda değerdir, bu nedenle bu modifikasyonların normal fonksiyon için gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
telomeraz'daki RNA'nın ikincil yapısı.
Tek iplikçikli bir RNA'nın işlevsel şekli, tıpkı proteinlerde olduğu gibi, çoğu zaman belli bir üçüncül yapı gerektirir. Bu yapının iskeleti, molekülün içindeki bazlar arasındaki hidrojen bağlarıyla ortaya çıkar. Bu şekilde firkete yapısı, tümsek ve ilmik gibi belli ikincil yapı elemanlarından oluşan bölgeler ortaya çıkar.[12] Bir RNA dizisinin nasıl bir üç boyutlu şekil alacağının tahmini halen aktif bir araştırma konusudur.
TUZLAR - TUZLARIN ÖZELLİKLERİ VE TUZ ÇEŞİTLERİ
TUZLAR - TUZLARIN ÖZELLİKLERİ VE TUZ ÇEŞİTLERİ
Asitler ve bazların nötrleşme tepkimeleri ile birleşmesi sonucu oluşan kristal yapılı katı maddelere tuz denir.
a) Tuz Çeşitleri :
NaCl → Sodyum Klorür
KCl → Potasyum Klorür
CuCl2 → Bakır Klorür
MgCl2 → Magnezyum Klorür
CaCl2 → Kalsiyum Klorür
Na2SO4 → Sodyum Sülfat
K2SO4 → Potasyum Sülfat
Al2(SO4)3 → Alüminyum Sülfat
ZnSO4 → Çinko Sülfat
CaSO4 → Kalsiyum Sülfat
CuSO4 → Bakır Sülfat
MgCO3 → Magnezyum Karbonat
Na2CO3 → Sodyum Karbonat
Mg3(PO4)2 → Magnezyum Fosfat
Na3PO4 → Sodyum Fosfat
Al(PO4) → Alüminyum Fosfat
KNO3 → Potasyum Nitrat
NaNO3 → Sodyum Nitrat
b) Tuzların İyonlaşması ve İyonlaşma Tepkimeleri :
Tuzların iyonlaşması demek, kendini oluşturan (+) ve (–) yüklü iyonlarına ayrışması demektir.
Tuzlar, katı haldeyken elektrik akımını iletemeyip sadece suda çözündüklerinde elektrik akımını iletebilirler. Tuzlar suda çözündüklerinde (+) ve (–) yüklü iyonlarına ayrıştığı için elektrik akımını iletirler.
• NaCl (suda)(aq) → Na+ + Cl–
• KCl (suda)(aq) → K+ + Cl–
• CuCl2 (suda)(aq) → Cu+2 + 2Cl–
• MgCl2 (suda)(aq) → Mg+2 + 2Cl–
• CaCl2 (suda)(aq) → Ca+2 + 2Cl–
• Na2SO4( suda)(aq) → 2Na+ + (SO4)–2
• K2SO4 (suda)(aq) → 2K+ + (SO4)–2
• Al2(SO4)3 (suda)(aq) → 2Al+3 + 3(SO4)–2
• ZnSO4 (suda)(aq) → Zn+2 + (SO4)–2
• CaSO4 (suda)(aq) → Ca+2 + (SO4)–2
• CuSO4 (suda)(aq) → Cu+2 + (SO4)–2
• MgCO3 (suda)(aq) → Mg+2 + (CO3)–2
• Na2CO3 (suda)(aq) → 2Na+ + (CO3)–2
• Mg3(PO4)2 (suda)(aq) → 3Mg+2 + 2(PO4)-3
• Na3PO4 (suda)(aq) → 3Na+ + (PO4)-3
• Al(PO4) (suda)(aq) → Al+3 + (PO4)–3
• KNO3 (suda)(aq) → K+ + (NO3)–
• NaNO3 (suda)(aq) → Na+ + (NO3)–
c) Nötrleşme ve Nötrleşme Tepkimeleri :
Asit ve bazın birleşerek birbirinin etkisini yok etmesi ve bunun sonucunda su ve tuz oluşup ısı açığa çıkmasına nötrleşme denir.
Nötrleşme tepkimeleri sonunda ısı açığa çıktığı için nötrleşme tepkimeleri ekzotermik tepkimelerdir.
Nötrleşme tepkimelerinde; asitteki hidrojen iyonu (H+) ile bazdaki hidroksit iyonu (OH)– birleşerek suyu, asitteki () yüklü iyon ile bazdaki (+) yüklü iyon da birleşerek tuzu oluştururlar.
• Asit + Baz Nötrleşme Tuz + Su + Isı
• H+Cl– + Na+(OH)– Nötrleşme NaCl + H2O + Isı
Asit Baz Tuz Su
• H2+(SO4)–2 + Ca+2(OH)2– → Ca(SO)4 + 2H2O
Asit Baz Tuz Su
• HCl + K(OH) → KCl + H2O
• 2HCl + Cu(OH)2 → CuCl2 + 2H2O
• 2HCl + Mg(OH)2 → MgCl2 + 2H2O
• 2HCl + Ca(OH)2 → CaCl2 + 2H2O
• H2(SO4) + 2Na(OH) → Na2SO4 + 2H2O
• H2(SO4) + 2K(OH) → K2SO4 + 2H2O
• 3H2(SO4) + 2Al(OH)3 → Al2(SO4)3+ 6H2O
• H2(SO4) + Zn(OH)2 → ZnSO4 + 2H2O
• H2(SO4) + Ca(OH)2 → CaSO4 + 2H2O
• H2(SO4) + Cu(OH)2 → CuSO4 + 2H2O
• H2(CO3) + Mg(OH)2 → MgCO3 + 2H2O
• H2(CO3) + 2Na(OH) → Na2CO3 + 2H2O
• 2H3(PO4) + 3Mg(OH)2 → Mg3(PO4)2+ 6H2O
• H3(PO4) + 3Na(OH) → Na3PO4 + 3H2O
• H3(PO4) + Al(OH)3 → Al(PO4) + 3H2O
• H(NO3) + K(OH) → KNO3 + H2O
• H(NO3) + Na(OH) → NaNO3 + H2O
d) Tuzların Özellikleri :
1- Katı ve kristal haldedirler
2- Katı halde iken elektrik akımını iletmezler.
3- Sulu çözeltileri elektrik akımını iletirler.
4- Artı yüklü (metal veya kök) ve eksi (ametal veya kök) iyonlardan oluşurlar.5- Asit ve bazların nötrleşme tepkimesi sonucu oluşurlar.
SU VE SUYUN ÖZELLİKLERİ
İnorganik maddedir ve sindirime uğramaz.
· Enzimlerin çalışması ve kimyasal reaksiyonların meydana gelebilmesi için su şarttır
(ÖRNEK:Hidroliz )
SOLUNUM SİSTEMİ VE ÖZELLİKLERİ
SOLUNUM SİSTEMİ VE ÖZELLİKLERİ
Solunum, genel anlamda canlı organizmada gaz değişimini ifade etmek için kullanılır.
1. Dış Solunum
Solunum organlarıyla dış ortamdan hava alınması ve verilmesi, yani soluk alıp vermeye denir.
2. İç Solunum
Solunum organlarına dolan havadaki oksijenin yakalanıp hücrelere kadar taşınması, hücrelerde oluşan karbondioksitin aynı yolla solunum organlarına getirilmesidir.
3. Hücresel Solunum
Hücrelere kadar gelen besinlerin orada oksijenle veya oksijensiz olarak yakılması ve ATP üretilmesi olayıdır.
A. CANLILARDA GAZ ALIŞ VERİŞİ
Tek hücrelilerde solunum gazlarının hücreye giriş çıkışı, hücre yüzeyinden geçiş (difüzyon) ile sağlanır.Çok hücreli organizmalardan süngerler ve sölenterelerde de, özelleşmiş bir solunum sistemi yoktur. Bunlarda tek hücrelilerde olduğu gibi sudaki erimiş oksijeni vücut yüzeyleri ile alır, CO2 yi de aynı yolla suya terkederler.
B. SOLUNUM ORGANLARI
1. Deri Solunumu
Vücut dış yüzeyini örten deri gaz değişimini sağlar. Alınan oksijen iç dokulara difüzyonla ya da kanla taşınır. Bu solunumu yapan, yassı ve yuvarlak solucanlarda dolaşım sistemi ve kan yoktur. Toprak solucanlarının tek katlı epitel dokudan ibaret derilerinde bulunan Goblet hücreleri çıkardıkları mukoz salgıyla vücut yüzeyinin devamlı nemli kalmasını sağlarlar.
Kurbağa ve semenderlerin erginlerinde esas solunum organı akciğerlerdir. Nemli olan deri gerekli oksijenin %25 inin alınmasını sağlar. Memelilerde de kısmi deri solunumu vardır. Ancak alınan oksijenin oranı çok azdır. (% 1 kadar)
2. Trake Solunumu
Eklembacaklılardan Böcekler, Çok ayaklılar, Bazı Kabuklular ve Araknitlerde trake solunumu görülür. Trakeler dokulardaki hücrelere kadar sokulmuş borular sistemidir.
Trakeler O2 yi doğrudan hücrelere taşır. Bu hayvanların kanı O2 ve CO2 taşımada görev yapmaz. Bu nedenle kanlarında oksijen taşıyan solunum pigmentleri bulunmaz. Kanları renksizdir. Trakelere gaz giriş çıkışı vücut ve kanat hareketleri yardımıyla sağlanır.
3. Solungaç Solunumu
Suda yaşayan hayvanlarda görülür. Kurbağa larvaları, deniz solucanları, bazı yumuşakçalar, kabuklular ve balıklarda bulunur. Solungaçlar suda çözünmüş oksijeni alacak şekilde özelleşmiş, yaprak veya tüy biçimindeki yapılardır.
Şekil : Solungaç
4. Akciğer Solunumu
Kurbağa ve Semenderlerin erginlerinde, Sürüngen, Kuş ve Memelilerin tümünde görülür. Akciğer hacimleri ve yüzeyleri organizma gruplarının enerji ihtiyacına göre değişkenlik gösterir. Kuşların solunum sisteminde akciğerler ve hava keseleri bulunur. Hava keseleri bazı kemiklerin içlerine kadar uzanır. Kuş akciğerlerinde alveol yoktur. Hava keseleri hava depolar ve körük gibi fonksiyon yapar. Kuşların kemik boşlukları hava taşır. Bu yapı sayesinde kuşlar yükseklerde çok rahat uçabilirler.
Solunum Sistemiyle İlgili Yapılanların Özellikleri
Solunun organlarının duvarları gaz giriş çıkışını kolaylaştıracak biçimde ince bir yapıya sahiptir
Solunun organlarındaki tabakalar yüzey genişlemesine dolayısıyla difüzyon imkanının artmasına yardımcı olur Örneğin akçiğerşerdeki alveollerin toplam yüzeyi yaklaşık 100m2 dir.
Solunum gazllarının giriş-çıkışı olduğu yerlerdeki yüzeyler nemlidir
5. Birden Fazla Solunum Organı Taşıyan Hayvanlar
a. Akciğerli balıklarda (Dipneusti) iki solunum organı faaliyet gösterir. Bu balıklar nehirlerde yaşar, bu sürede solungaçlarını kullanırlar.
Su yüzeyine çıkarak hava keselerini dolduran balık, suların çekilmesiyle çamur altına girer. Uzun bir süre hava kesesindeki hava ile hayatını sürdürür.
b. Kurbağalar ve semenderler larva devresinde tamamen suda yaşadıkları için solungaç solunumu yaparlar. Ergin hale gelen kurbağalarda solungaç kaybolur, yerini akciğer alır. Ergin kurbağa hem deri ile, hem de akciğerleriyle solunum yapar. Kurbağalar derilerini nemli tutmak için genelde nemli ortamlarda yaşarlar. Kurak bir ortamda uzun süre kurbağa yaşayamaz.
“FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIMLAR”
SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
C. İNSANDA SOLUNUM SİSTEMİ
İnsanda solunum sistemi akciğerler ve bu akciğerlere hava taşıyan borulardan oluşur. Burun, ağız, yutak, gırtlak, soluk borusu ve bronşlar solunum esnasında faaliyet gösteren yapılardır.
1. Solunum Sisteminin Bölümleri
a. Burun : Burunun iç yapısı, havayı temizleme, nemlendirme ve ısıtmaya uygun olduğu için, hava girişinde bu organın önemi daha büyüktür.
b. Soluk Borusu (Trake) : Ağız boşluğunun son kısmında yer alan yutağa soluk borusu bağlanır. 10–12 cm uzunluğunda ve 2 cm çapında olan bu borunun başlangıç bölümüne gırtlak denir. Gırtlağın içindeki ses telleri epitel uzantılardan meydana gelmiş olup, gerginlikleri kaslarla ayarlandığından çeşitli tonlarda ses çıkartılmasını sağlar.
Soluk borusunun, düz olan arka yüzü yemek borusu ile komşudur ve iç yüzü hareketli siller taşıyan epitel hücreleri ile döşenmiştir. Bu hücrelerin meydana getirdiği epitel tabakası altında salgı bezleri bulunduğu gibi, hücrelerin arasında da salgı yapan goblet hücreleri bulunur.
Bu hücreler mukus denilen bir madde çıkarırlar. Mukus hareketli siller üzerinde ince bir tabaka oluşturur. İnce mukus tabakası, hem epitel yüzeyin nemli kalmasını sağlar, hem de solunumla giren havadaki toz ve diğer yabancı maddeleri tutar.
Soluk borusunun yapısında epitel tabakasından sonra kıkırdak doku tabakası bulunur. Kıkırdak doku, soluk borusunun duvarlarının birbirine yapışmasını önleyecek şekilde bir gerginlik sağlar. Yemek borusuna bakan yüzeyde kıkırdak yoktur. Soluk borusu arkada dördüncü sırt omuru hizasında iki kola ayrılır. Bu kollara bronş adı verilir.
Şekil : İnsanda Solunum Sistemi
Bronşların herbiri akciğere girdikten sonra binlerce ince borucuğa ayrılır. Bunlara bronşçuk adı verilir. Bronşçukların uçlarında hava keseleri bulunur (alveol). Alveoller çok ince, tek sıra epitel hücrelerden oluşmuş olup dışı kılcal damarlar ile donatılmıştır.
c. Akciğerlerin Yapısı ve Görevleri : Akciğerler, sağ ve sol olmak üzere iki kısımdan meydana gelir.
Sağ akciğer üç bölmeli, sol akciğer iki bölmelidir. Sol akciğerin küçük olmasının nedeni, kalbin buraya yakın oluşudur. Her iki akciğer pleura denilen iki yapraklı ince bir zar ile örtülüdür. Bu iki zarın iç ve dış yaprakları arasındaki boşluklarda az miktarda lenf sıvısı ve hava bulunur.
2. Soluk Alıp Verme Mekanizması
Soluk alıp verme mekanizması, göğüs boşluğu ve akciğerlerin genişleyip daralmasına dayanır. Aynı zamanda bu mekanizmada diyafram kası ve kaburgalar arası kaslar etkin rol oynarlar.
Şekil : Soluk Alıp Verme Mekanizması
Soluk alırken, diyafram kası kasılır ve kaburgalar arası açılarak hacim artar, göğüs iç basıncı düşer ve içeriye hava girer. Bu esnada göğüs boşluğu genişlemiştir.
Soluk verirken; diyafram kası gevşer, kaburgalar birbirine yaklaşarak hacim azalır, göğüs iç basıncı artar ve dışarıya hava verilir. Bu esnada göğüs boşluğu daralmıştır.
Solunum hızı kandaki CO2 miktarına göre düzenlenir. CO2 artışı soluk alıp vermeyi hızlandırır.Çünkü CO2 kanın pH sını düşürür ve ortam asit hale gelir Bu da beyni uyarır.
Soluk alış verişinin hızı ve şiddeti omurilik soğanındaki sinirler tarafından denetlenir.
3. Solunum Gazlarının Taşınması
Kanın en önemli özelliklerinden biri; CO2 ve O2 taşıma kapasitesinin çok yüksek olmasıdır.
a. Oksijenin Taşınması : Hayvanların kanında O2 taşıyıcı solunum pigmentleri bulunur. Pigmentleri şu şekilde sıralayabiliriz: Hemoglobin, Hemosiyanin, Klorokruorin, Hemoeritrin
Oksijen kanda oksihemoglobin halinde taşınır. Çok az bir kısmı kan plazmasında çözünmüş olarak taşınır. (% 2 kadar). Akciğerlerde kana geçen O2, alyuvarlardaki hemoglobinle birleşip oksihemoglobini oluşturur.
Hb + O2 HbO2 (Oksihemoglobin)
Doku kılcallarında hemoglobinden ayrılıp doku sıvısına, oradan da difüzyonla hücrelere geçer.
Tablo : Hayvanlarda Solunum Pigmentleri ve Bulunduğu Yer
b. Karbondioksitin Taşınması: Hücrelerde oluşan CO2, doku sıvısına geçip difüzyonla kılcal damarlara geçer. Normal olarak CO2, kanda çok az erir ve az bir kısmı kan plazması ile taşınır. Büyük bir kısmı ise alyuvarlara girer. Alyuvarlarda karbonik anhidraz enziminin katalizlemesi sonucu CO2, su ile birleşerek karbonik asiti oluşturur.
Karbonik asit (H2CO3), iyonlaşarak H+ ve HCO3– (bikarbonat) iyonu meydana getirir. H+ iyonu alyuvarlarda hemoglobinle, birleşerek HCO3 iyonları ise plazmada taşınarak akciğer kılcallarına getirilir.Karbonik anhidraz enzimi
Akciğer kılcallarında HCO3 iyonları tekrar alyuvarlara girerek H+ iyonları ile birleşir ve H2CO3 (karbonik asit) oluşturur.
Yine karbonik anhidraz enziminin etkisiyle, karbonik asit, H2O ve CO2 e ayrışır. Böylece serbest kalan CO2 difüzyonla önce plazmaya, oradan da akciğer alveollerine geçer ve soluk verme ile dışarı atılır.
Şekil : Kanda O2 ve CO2 nin Taşınması
CO2 nin çok az bir kısmının hemoglobin ile de taşınabildiği belirtilmektedir. İnsanın soluduğu havada fazla oranda karbon monoksit (CO) bulunursa zehirlenme meydana gelir.
Çünkü, CO hemoglobin ile sıkı bağ yapar ve kolayca kopmaz. Bunun sonucunda oksijen hemoglobinle bağlanamaz ve dokular O2 siz kalır.
SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI VE SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI SONUCU ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLAR
SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI VE SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI SONUCU ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLAR
Hasar gören sinir hücreleri kendini yenileyemez. Üstelik sinir sistemindeki bir bozukluk diğer sistemleri de etkiler. Darbe alma, dengesiz beslenme, stres, uykusuzluk, sigara, alkol sinir sisteminde hasara yol açabilir.
Sinir sistemimizle ilgili rahatsızlıkların bazıları şunlardır:
Felç: Hareket sinirlerinin zedelenmesi veya kopması durumunda, ilgili organlardaki kaslara emir ulaştırılamaz. Ayrıca bu organlara ait kaslar, organı çalıştıramaz.
Akıl Hastalığı: Temel düşünce ve davranışlarda, yaşama ve insan doğasına uymayan davranışlara ve davranış bozukluklarına sahip kişilerde görülür.
Menenjit: Beyni ve omuriliği örten zarın iltihaplanmasıdır. Tedavi edilmezse öldürücüdür.
Sara: Beyin hücrelerinin ani bilinç kaybına uğramasıdır.
Kuduz: Virüslerin sebep olduğu hastalıktır. Tedavi edilmezse öldürücüdür.
Multiple Skleroz (MS): Vücudun bazı sinirlerinde, miyelin kılıfın parçalanmasıyla oluşur. Görme, konuşma, denge, eş güdümde bozukluklara, sakarlık ve titremelere yol açar. Tedavisi henüz yoktur.
Parkinson: Mesajların sinapslardan atlamasını sağlayan kimyasal ileticiler görevini yapamaz. Bu yüzden vücudun bazı yerlerinde titremeler, sarsılmalar olur.
Asitler ve bazların nötrleşme tepkimeleri ile birleşmesi sonucu oluşan kristal yapılı katı maddelere tuz denir.
a) Tuz Çeşitleri :
NaCl → Sodyum Klorür
KCl → Potasyum Klorür
CuCl2 → Bakır Klorür
MgCl2 → Magnezyum Klorür
CaCl2 → Kalsiyum Klorür
Na2SO4 → Sodyum Sülfat
K2SO4 → Potasyum Sülfat
Al2(SO4)3 → Alüminyum Sülfat
ZnSO4 → Çinko Sülfat
CaSO4 → Kalsiyum Sülfat
CuSO4 → Bakır Sülfat
MgCO3 → Magnezyum Karbonat
Na2CO3 → Sodyum Karbonat
Mg3(PO4)2 → Magnezyum Fosfat
Na3PO4 → Sodyum Fosfat
Al(PO4) → Alüminyum Fosfat
KNO3 → Potasyum Nitrat
NaNO3 → Sodyum Nitrat
b) Tuzların İyonlaşması ve İyonlaşma Tepkimeleri :
Tuzların iyonlaşması demek, kendini oluşturan (+) ve (–) yüklü iyonlarına ayrışması demektir.
Tuzlar, katı haldeyken elektrik akımını iletemeyip sadece suda çözündüklerinde elektrik akımını iletebilirler. Tuzlar suda çözündüklerinde (+) ve (–) yüklü iyonlarına ayrıştığı için elektrik akımını iletirler.
• NaCl (suda)(aq) → Na+ + Cl–
• KCl (suda)(aq) → K+ + Cl–
• CuCl2 (suda)(aq) → Cu+2 + 2Cl–
• MgCl2 (suda)(aq) → Mg+2 + 2Cl–
• CaCl2 (suda)(aq) → Ca+2 + 2Cl–
• Na2SO4( suda)(aq) → 2Na+ + (SO4)–2
• K2SO4 (suda)(aq) → 2K+ + (SO4)–2
• Al2(SO4)3 (suda)(aq) → 2Al+3 + 3(SO4)–2
• ZnSO4 (suda)(aq) → Zn+2 + (SO4)–2
• CaSO4 (suda)(aq) → Ca+2 + (SO4)–2
• CuSO4 (suda)(aq) → Cu+2 + (SO4)–2
• MgCO3 (suda)(aq) → Mg+2 + (CO3)–2
• Na2CO3 (suda)(aq) → 2Na+ + (CO3)–2
• Mg3(PO4)2 (suda)(aq) → 3Mg+2 + 2(PO4)-3
• Na3PO4 (suda)(aq) → 3Na+ + (PO4)-3
• Al(PO4) (suda)(aq) → Al+3 + (PO4)–3
• KNO3 (suda)(aq) → K+ + (NO3)–
• NaNO3 (suda)(aq) → Na+ + (NO3)–
c) Nötrleşme ve Nötrleşme Tepkimeleri :
Asit ve bazın birleşerek birbirinin etkisini yok etmesi ve bunun sonucunda su ve tuz oluşup ısı açığa çıkmasına nötrleşme denir.
Nötrleşme tepkimeleri sonunda ısı açığa çıktığı için nötrleşme tepkimeleri ekzotermik tepkimelerdir.
Nötrleşme tepkimelerinde; asitteki hidrojen iyonu (H+) ile bazdaki hidroksit iyonu (OH)– birleşerek suyu, asitteki () yüklü iyon ile bazdaki (+) yüklü iyon da birleşerek tuzu oluştururlar.
• Asit + Baz Nötrleşme Tuz + Su + Isı
• H+Cl– + Na+(OH)– Nötrleşme NaCl + H2O + Isı
Asit Baz Tuz Su
• H2+(SO4)–2 + Ca+2(OH)2– → Ca(SO)4 + 2H2O
Asit Baz Tuz Su
• HCl + K(OH) → KCl + H2O
• 2HCl + Cu(OH)2 → CuCl2 + 2H2O
• 2HCl + Mg(OH)2 → MgCl2 + 2H2O
• 2HCl + Ca(OH)2 → CaCl2 + 2H2O
• H2(SO4) + 2Na(OH) → Na2SO4 + 2H2O
• H2(SO4) + 2K(OH) → K2SO4 + 2H2O
• 3H2(SO4) + 2Al(OH)3 → Al2(SO4)3+ 6H2O
• H2(SO4) + Zn(OH)2 → ZnSO4 + 2H2O
• H2(SO4) + Ca(OH)2 → CaSO4 + 2H2O
• H2(SO4) + Cu(OH)2 → CuSO4 + 2H2O
• H2(CO3) + Mg(OH)2 → MgCO3 + 2H2O
• H2(CO3) + 2Na(OH) → Na2CO3 + 2H2O
• 2H3(PO4) + 3Mg(OH)2 → Mg3(PO4)2+ 6H2O
• H3(PO4) + 3Na(OH) → Na3PO4 + 3H2O
• H3(PO4) + Al(OH)3 → Al(PO4) + 3H2O
• H(NO3) + K(OH) → KNO3 + H2O
• H(NO3) + Na(OH) → NaNO3 + H2O
d) Tuzların Özellikleri :
1- Katı ve kristal haldedirler
2- Katı halde iken elektrik akımını iletmezler.
3- Sulu çözeltileri elektrik akımını iletirler.
4- Artı yüklü (metal veya kök) ve eksi (ametal veya kök) iyonlardan oluşurlar.5- Asit ve bazların nötrleşme tepkimesi sonucu oluşurlar.
SU VE SUYUN ÖZELLİKLERİ
İnorganik maddedir ve sindirime uğramaz.
· Enzimlerin çalışması ve kimyasal reaksiyonların meydana gelebilmesi için su şarttır
(ÖRNEK:Hidroliz )
SOLUNUM SİSTEMİ VE ÖZELLİKLERİ
SOLUNUM SİSTEMİ VE ÖZELLİKLERİ
Solunum, genel anlamda canlı organizmada gaz değişimini ifade etmek için kullanılır.
1. Dış Solunum
Solunum organlarıyla dış ortamdan hava alınması ve verilmesi, yani soluk alıp vermeye denir.
2. İç Solunum
Solunum organlarına dolan havadaki oksijenin yakalanıp hücrelere kadar taşınması, hücrelerde oluşan karbondioksitin aynı yolla solunum organlarına getirilmesidir.
3. Hücresel Solunum
Hücrelere kadar gelen besinlerin orada oksijenle veya oksijensiz olarak yakılması ve ATP üretilmesi olayıdır.
A. CANLILARDA GAZ ALIŞ VERİŞİ
Tek hücrelilerde solunum gazlarının hücreye giriş çıkışı, hücre yüzeyinden geçiş (difüzyon) ile sağlanır.Çok hücreli organizmalardan süngerler ve sölenterelerde de, özelleşmiş bir solunum sistemi yoktur. Bunlarda tek hücrelilerde olduğu gibi sudaki erimiş oksijeni vücut yüzeyleri ile alır, CO2 yi de aynı yolla suya terkederler.
B. SOLUNUM ORGANLARI
1. Deri Solunumu
Vücut dış yüzeyini örten deri gaz değişimini sağlar. Alınan oksijen iç dokulara difüzyonla ya da kanla taşınır. Bu solunumu yapan, yassı ve yuvarlak solucanlarda dolaşım sistemi ve kan yoktur. Toprak solucanlarının tek katlı epitel dokudan ibaret derilerinde bulunan Goblet hücreleri çıkardıkları mukoz salgıyla vücut yüzeyinin devamlı nemli kalmasını sağlarlar.
Kurbağa ve semenderlerin erginlerinde esas solunum organı akciğerlerdir. Nemli olan deri gerekli oksijenin %25 inin alınmasını sağlar. Memelilerde de kısmi deri solunumu vardır. Ancak alınan oksijenin oranı çok azdır. (% 1 kadar)
2. Trake Solunumu
Eklembacaklılardan Böcekler, Çok ayaklılar, Bazı Kabuklular ve Araknitlerde trake solunumu görülür. Trakeler dokulardaki hücrelere kadar sokulmuş borular sistemidir.
Trakeler O2 yi doğrudan hücrelere taşır. Bu hayvanların kanı O2 ve CO2 taşımada görev yapmaz. Bu nedenle kanlarında oksijen taşıyan solunum pigmentleri bulunmaz. Kanları renksizdir. Trakelere gaz giriş çıkışı vücut ve kanat hareketleri yardımıyla sağlanır.
3. Solungaç Solunumu
Suda yaşayan hayvanlarda görülür. Kurbağa larvaları, deniz solucanları, bazı yumuşakçalar, kabuklular ve balıklarda bulunur. Solungaçlar suda çözünmüş oksijeni alacak şekilde özelleşmiş, yaprak veya tüy biçimindeki yapılardır.
Şekil : Solungaç
4. Akciğer Solunumu
Kurbağa ve Semenderlerin erginlerinde, Sürüngen, Kuş ve Memelilerin tümünde görülür. Akciğer hacimleri ve yüzeyleri organizma gruplarının enerji ihtiyacına göre değişkenlik gösterir. Kuşların solunum sisteminde akciğerler ve hava keseleri bulunur. Hava keseleri bazı kemiklerin içlerine kadar uzanır. Kuş akciğerlerinde alveol yoktur. Hava keseleri hava depolar ve körük gibi fonksiyon yapar. Kuşların kemik boşlukları hava taşır. Bu yapı sayesinde kuşlar yükseklerde çok rahat uçabilirler.
Solunum Sistemiyle İlgili Yapılanların Özellikleri
Solunun organlarının duvarları gaz giriş çıkışını kolaylaştıracak biçimde ince bir yapıya sahiptir
Solunun organlarındaki tabakalar yüzey genişlemesine dolayısıyla difüzyon imkanının artmasına yardımcı olur Örneğin akçiğerşerdeki alveollerin toplam yüzeyi yaklaşık 100m2 dir.
Solunum gazllarının giriş-çıkışı olduğu yerlerdeki yüzeyler nemlidir
5. Birden Fazla Solunum Organı Taşıyan Hayvanlar
a. Akciğerli balıklarda (Dipneusti) iki solunum organı faaliyet gösterir. Bu balıklar nehirlerde yaşar, bu sürede solungaçlarını kullanırlar.
Su yüzeyine çıkarak hava keselerini dolduran balık, suların çekilmesiyle çamur altına girer. Uzun bir süre hava kesesindeki hava ile hayatını sürdürür.
b. Kurbağalar ve semenderler larva devresinde tamamen suda yaşadıkları için solungaç solunumu yaparlar. Ergin hale gelen kurbağalarda solungaç kaybolur, yerini akciğer alır. Ergin kurbağa hem deri ile, hem de akciğerleriyle solunum yapar. Kurbağalar derilerini nemli tutmak için genelde nemli ortamlarda yaşarlar. Kurak bir ortamda uzun süre kurbağa yaşayamaz.
“FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ İLE İLGİLİ KONU ANLATIMLAR”
SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN
>>>TIKLAYIN<<<
C. İNSANDA SOLUNUM SİSTEMİ
İnsanda solunum sistemi akciğerler ve bu akciğerlere hava taşıyan borulardan oluşur. Burun, ağız, yutak, gırtlak, soluk borusu ve bronşlar solunum esnasında faaliyet gösteren yapılardır.
1. Solunum Sisteminin Bölümleri
a. Burun : Burunun iç yapısı, havayı temizleme, nemlendirme ve ısıtmaya uygun olduğu için, hava girişinde bu organın önemi daha büyüktür.
b. Soluk Borusu (Trake) : Ağız boşluğunun son kısmında yer alan yutağa soluk borusu bağlanır. 10–12 cm uzunluğunda ve 2 cm çapında olan bu borunun başlangıç bölümüne gırtlak denir. Gırtlağın içindeki ses telleri epitel uzantılardan meydana gelmiş olup, gerginlikleri kaslarla ayarlandığından çeşitli tonlarda ses çıkartılmasını sağlar.
Soluk borusunun, düz olan arka yüzü yemek borusu ile komşudur ve iç yüzü hareketli siller taşıyan epitel hücreleri ile döşenmiştir. Bu hücrelerin meydana getirdiği epitel tabakası altında salgı bezleri bulunduğu gibi, hücrelerin arasında da salgı yapan goblet hücreleri bulunur.
Bu hücreler mukus denilen bir madde çıkarırlar. Mukus hareketli siller üzerinde ince bir tabaka oluşturur. İnce mukus tabakası, hem epitel yüzeyin nemli kalmasını sağlar, hem de solunumla giren havadaki toz ve diğer yabancı maddeleri tutar.
Soluk borusunun yapısında epitel tabakasından sonra kıkırdak doku tabakası bulunur. Kıkırdak doku, soluk borusunun duvarlarının birbirine yapışmasını önleyecek şekilde bir gerginlik sağlar. Yemek borusuna bakan yüzeyde kıkırdak yoktur. Soluk borusu arkada dördüncü sırt omuru hizasında iki kola ayrılır. Bu kollara bronş adı verilir.
Şekil : İnsanda Solunum Sistemi
Bronşların herbiri akciğere girdikten sonra binlerce ince borucuğa ayrılır. Bunlara bronşçuk adı verilir. Bronşçukların uçlarında hava keseleri bulunur (alveol). Alveoller çok ince, tek sıra epitel hücrelerden oluşmuş olup dışı kılcal damarlar ile donatılmıştır.
c. Akciğerlerin Yapısı ve Görevleri : Akciğerler, sağ ve sol olmak üzere iki kısımdan meydana gelir.
Sağ akciğer üç bölmeli, sol akciğer iki bölmelidir. Sol akciğerin küçük olmasının nedeni, kalbin buraya yakın oluşudur. Her iki akciğer pleura denilen iki yapraklı ince bir zar ile örtülüdür. Bu iki zarın iç ve dış yaprakları arasındaki boşluklarda az miktarda lenf sıvısı ve hava bulunur.
2. Soluk Alıp Verme Mekanizması
Soluk alıp verme mekanizması, göğüs boşluğu ve akciğerlerin genişleyip daralmasına dayanır. Aynı zamanda bu mekanizmada diyafram kası ve kaburgalar arası kaslar etkin rol oynarlar.
Şekil : Soluk Alıp Verme Mekanizması
Soluk alırken, diyafram kası kasılır ve kaburgalar arası açılarak hacim artar, göğüs iç basıncı düşer ve içeriye hava girer. Bu esnada göğüs boşluğu genişlemiştir.
Soluk verirken; diyafram kası gevşer, kaburgalar birbirine yaklaşarak hacim azalır, göğüs iç basıncı artar ve dışarıya hava verilir. Bu esnada göğüs boşluğu daralmıştır.
Solunum hızı kandaki CO2 miktarına göre düzenlenir. CO2 artışı soluk alıp vermeyi hızlandırır.Çünkü CO2 kanın pH sını düşürür ve ortam asit hale gelir Bu da beyni uyarır.
Soluk alış verişinin hızı ve şiddeti omurilik soğanındaki sinirler tarafından denetlenir.
3. Solunum Gazlarının Taşınması
Kanın en önemli özelliklerinden biri; CO2 ve O2 taşıma kapasitesinin çok yüksek olmasıdır.
a. Oksijenin Taşınması : Hayvanların kanında O2 taşıyıcı solunum pigmentleri bulunur. Pigmentleri şu şekilde sıralayabiliriz: Hemoglobin, Hemosiyanin, Klorokruorin, Hemoeritrin
Oksijen kanda oksihemoglobin halinde taşınır. Çok az bir kısmı kan plazmasında çözünmüş olarak taşınır. (% 2 kadar). Akciğerlerde kana geçen O2, alyuvarlardaki hemoglobinle birleşip oksihemoglobini oluşturur.
Hb + O2 HbO2 (Oksihemoglobin)
Doku kılcallarında hemoglobinden ayrılıp doku sıvısına, oradan da difüzyonla hücrelere geçer.
Tablo : Hayvanlarda Solunum Pigmentleri ve Bulunduğu Yer
b. Karbondioksitin Taşınması: Hücrelerde oluşan CO2, doku sıvısına geçip difüzyonla kılcal damarlara geçer. Normal olarak CO2, kanda çok az erir ve az bir kısmı kan plazması ile taşınır. Büyük bir kısmı ise alyuvarlara girer. Alyuvarlarda karbonik anhidraz enziminin katalizlemesi sonucu CO2, su ile birleşerek karbonik asiti oluşturur.
Karbonik asit (H2CO3), iyonlaşarak H+ ve HCO3– (bikarbonat) iyonu meydana getirir. H+ iyonu alyuvarlarda hemoglobinle, birleşerek HCO3 iyonları ise plazmada taşınarak akciğer kılcallarına getirilir.Karbonik anhidraz enzimi
Akciğer kılcallarında HCO3 iyonları tekrar alyuvarlara girerek H+ iyonları ile birleşir ve H2CO3 (karbonik asit) oluşturur.
Yine karbonik anhidraz enziminin etkisiyle, karbonik asit, H2O ve CO2 e ayrışır. Böylece serbest kalan CO2 difüzyonla önce plazmaya, oradan da akciğer alveollerine geçer ve soluk verme ile dışarı atılır.
Şekil : Kanda O2 ve CO2 nin Taşınması
CO2 nin çok az bir kısmının hemoglobin ile de taşınabildiği belirtilmektedir. İnsanın soluduğu havada fazla oranda karbon monoksit (CO) bulunursa zehirlenme meydana gelir.
Çünkü, CO hemoglobin ile sıkı bağ yapar ve kolayca kopmaz. Bunun sonucunda oksijen hemoglobinle bağlanamaz ve dokular O2 siz kalır.
SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI VE SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI SONUCU ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLAR
SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI VE SİNİR SİSTEMİNİN BOZULMASI SONUCU ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLAR
Hasar gören sinir hücreleri kendini yenileyemez. Üstelik sinir sistemindeki bir bozukluk diğer sistemleri de etkiler. Darbe alma, dengesiz beslenme, stres, uykusuzluk, sigara, alkol sinir sisteminde hasara yol açabilir.
Sinir sistemimizle ilgili rahatsızlıkların bazıları şunlardır:
Felç: Hareket sinirlerinin zedelenmesi veya kopması durumunda, ilgili organlardaki kaslara emir ulaştırılamaz. Ayrıca bu organlara ait kaslar, organı çalıştıramaz.
Akıl Hastalığı: Temel düşünce ve davranışlarda, yaşama ve insan doğasına uymayan davranışlara ve davranış bozukluklarına sahip kişilerde görülür.
Menenjit: Beyni ve omuriliği örten zarın iltihaplanmasıdır. Tedavi edilmezse öldürücüdür.
Sara: Beyin hücrelerinin ani bilinç kaybına uğramasıdır.
Kuduz: Virüslerin sebep olduğu hastalıktır. Tedavi edilmezse öldürücüdür.
Multiple Skleroz (MS): Vücudun bazı sinirlerinde, miyelin kılıfın parçalanmasıyla oluşur. Görme, konuşma, denge, eş güdümde bozukluklara, sakarlık ve titremelere yol açar. Tedavisi henüz yoktur.
Parkinson: Mesajların sinapslardan atlamasını sağlayan kimyasal ileticiler görevini yapamaz. Bu yüzden vücudun bazı yerlerinde titremeler, sarsılmalar olur.
VİTAMİNLER, HANGİ BESİNLERDE HANGİ VİTAMİNLER VARDIR?
VİTAMİNLER, HANGİ BESİNLERDE HANGİ VİTAMİNLER VARDIR?
A vitamini Þ Balık yağı,yumurta sarısı,süt,peynir,karaciğer,yeşil sebzelerde bulunur.
Þ Büyüme ve gelişmeyi sağlar,vücudu enfeksiyonlara karşı korur,gece körlüğünü önler.
B vitamini Þ Tahılların kabuklarında,et,süt,karaciğer ve yeşil sebzelerde bulunur.
Þ Karbonhidrat,yağ ve proteinlerin vücut içinde kullanılmasında katalizör olarak görev yapar.Kansızlığı önler.
C vitamini Þ Yeşil sebze ve meyvelerde bulunur.
Þ Bağ dokusunun oluşması için gereklidir.Skorbit hastalığını önler.Vücudu enfeksiyonlara karşı korur.
D vitamini Þ Balık yağı,karaciğer,yumurtada bulunur.Ultraviyole ışınlarının etkisi ile deride üretilir.
Þ Vücuttaki Ca,P dengesini sağlar.Kemiklerin gelişmesini sağlar.Çocuklarda raşitizmi önler.
E vitamini Þ Yeşil sebze,karaciğer,et ve bitkisel yağlarda bulunur.
Þ Üreme organlarının gelişmesini sağlar ve kısırlığı önler.
K vitamini Þ Yeşil sebzeler,karaciğer ve yumurtada bulunur.Bağırsaktaki bakteriler tarafından sentezlenir.Þ Eksikliğinde kanın pıhtılaşması gecikir.
xdnaa
A vitamini Þ Balık yağı,yumurta sarısı,süt,peynir,karaciğer,yeşil sebzelerde bulunur.
Þ Büyüme ve gelişmeyi sağlar,vücudu enfeksiyonlara karşı korur,gece körlüğünü önler.
B vitamini Þ Tahılların kabuklarında,et,süt,karaciğer ve yeşil sebzelerde bulunur.
Þ Karbonhidrat,yağ ve proteinlerin vücut içinde kullanılmasında katalizör olarak görev yapar.Kansızlığı önler.
C vitamini Þ Yeşil sebze ve meyvelerde bulunur.
Þ Bağ dokusunun oluşması için gereklidir.Skorbit hastalığını önler.Vücudu enfeksiyonlara karşı korur.
D vitamini Þ Balık yağı,karaciğer,yumurtada bulunur.Ultraviyole ışınlarının etkisi ile deride üretilir.
Þ Vücuttaki Ca,P dengesini sağlar.Kemiklerin gelişmesini sağlar.Çocuklarda raşitizmi önler.
E vitamini Þ Yeşil sebze,karaciğer,et ve bitkisel yağlarda bulunur.
Þ Üreme organlarının gelişmesini sağlar ve kısırlığı önler.
K vitamini Þ Yeşil sebzeler,karaciğer ve yumurtada bulunur.Bağırsaktaki bakteriler tarafından sentezlenir.Þ Eksikliğinde kanın pıhtılaşması gecikir.
xdnaa
YAĞLAR VE YAĞLARIN ÖZELLİKLERİ
YAĞLAR VE YAĞLARIN ÖZELLİKLERİ
· C,H ve O'den meydana gelmiştir.Yapısındaki oksijen miktarı şekerlerdekinden azdır.
· 3 Yağ asidi + Gliserol = Yağ + 3 H2O
· Ester bağı ile bağlanırlar.
· Yağlarda çeşitliliği yağ asitleri sağlar.
· Suda çözünmezler.Organik çözücüde çözünürler.(Alkol,eter gibi)
· Isı ve darbeye karşı koruyucudur.
· Yağların enerji verimlerinin çok olmasının sebebi karbon sayılarının çok olmasındandır.
· Yağların 2. dereceden enerji verici olarak kullanılmasının sebebi sindiriminin çok zor olmasındandır.
· Karbonhidrat ve proteinlerin fazlası yağa dönüştürülür.Bunun sebebi ise yağların enerji verimlerinin yüksek olması ve uzun süreli kullanılabilmesidir.
· Solunumla yıkılmaları sonucunda fazla su açığa çıkarırlar.Onun için özellikle kış uykusuna yatan,uzun süreli göç eden ve suyun az olduğu ortamlarda yaşayan hayvanlarda iyi bir depo ve enerji maddesidir. Aynı zamanda hafif olduğu için uçmada hayvana avantaj sağlar.
· Yağ asitleri en basit lipitler olup,uzun karbon zincirlerinden oluşurlar.Karbonlar arasındaki bağlar tek ise doymuş,çift ise doymamış yağ asitleridir.Doymamış yağlar bitkiseldir ve sıvıdır. Doymuş yağlar ise hayvansaldır ve katıdır.Doymamış yağların yüksek sıcaklık ve basınçta hidrojenle doyurulmasıyla margarin yapılır.
· Oleik asit Þ zeytinyağında; Linoleik asit Þ tohumlarda; Butirik asit Þ tereyağında
Steroid Þ zarların yapısına katılır.Aynı zamanda vitamin ve hormon olarak iş görür.Fosfolipid Þ hücre zarı yapısına katılır.
· C,H ve O'den meydana gelmiştir.Yapısındaki oksijen miktarı şekerlerdekinden azdır.
· 3 Yağ asidi + Gliserol = Yağ + 3 H2O
· Ester bağı ile bağlanırlar.
· Yağlarda çeşitliliği yağ asitleri sağlar.
· Suda çözünmezler.Organik çözücüde çözünürler.(Alkol,eter gibi)
· Isı ve darbeye karşı koruyucudur.
· Yağların enerji verimlerinin çok olmasının sebebi karbon sayılarının çok olmasındandır.
· Yağların 2. dereceden enerji verici olarak kullanılmasının sebebi sindiriminin çok zor olmasındandır.
· Karbonhidrat ve proteinlerin fazlası yağa dönüştürülür.Bunun sebebi ise yağların enerji verimlerinin yüksek olması ve uzun süreli kullanılabilmesidir.
· Solunumla yıkılmaları sonucunda fazla su açığa çıkarırlar.Onun için özellikle kış uykusuna yatan,uzun süreli göç eden ve suyun az olduğu ortamlarda yaşayan hayvanlarda iyi bir depo ve enerji maddesidir. Aynı zamanda hafif olduğu için uçmada hayvana avantaj sağlar.
· Yağ asitleri en basit lipitler olup,uzun karbon zincirlerinden oluşurlar.Karbonlar arasındaki bağlar tek ise doymuş,çift ise doymamış yağ asitleridir.Doymamış yağlar bitkiseldir ve sıvıdır. Doymuş yağlar ise hayvansaldır ve katıdır.Doymamış yağların yüksek sıcaklık ve basınçta hidrojenle doyurulmasıyla margarin yapılır.
· Oleik asit Þ zeytinyağında; Linoleik asit Þ tohumlarda; Butirik asit Þ tereyağında
Steroid Þ zarların yapısına katılır.Aynı zamanda vitamin ve hormon olarak iş görür.Fosfolipid Þ hücre zarı yapısına katılır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)